Sınır dışı edilen Protestanların başvurusunu dayanaktan yoksun bulan AYM’de karşı oy: Kamu güvenliğine tehdit kabul edilemez, istihbari bilgiler tek başına yeterli sayılmamalı

AYM, “güvenlik” gerekçesiyle N-82 kodu verilen yabancı Protestan din görevlilerinin oturma izinlerinin iptal edilerek sınır dışı edilmesi ve vize taleplerinin reddedilmesi nedeniyle din özgürlüğünün ihlal edilmesi iddiasını açıkça dayanaktan yoksun buldu. AYM Genel Kurulu’nun kararına karşı oy kullanan eski Başkan Zühtü Arslan ise “misyonerlik” faaliyetinin “soyut düzeyde ve kategorik” olarak kamu düzeni ve güvenliğine tehdit olarak kabul edilemeyeceğini belirtti. AYM üyesi Engin Yıldırım da 62 maddelik karşı oyunda, mahkemelerin kamu güvenliğine ilişkin tehlikeyi somut olarak ortaya koymadığına dikkat çekerek, “İstihbari bilgilerin tek başına hukuki olgunun ispatı için yeterli sayılmaları çok ciddi sakıncalar doğurabilir” dedi.

Türkiye’deki Protestanların tüm ihtiyacı karşılayacak kadar yerli Protestan din görevlisi olmadığı için, bazı kiliselerin ruhani liderliğini yabancı uyruklu pastörler (Protestan ruhani önder) yapıyordu. Ancak Protestan Kiliseleri Derneği’nin raporuna göre, 2019 yılından itibaren Protestan din görevlilerine “N-82” (Girişi ön izne bağlı yabancı)” ile “G-87 kodları” (Genel güvenlik açısından tehlike oluşturabilecek kişiler) kodları verilmeye başlandı. Aileleri de eklenince, son beş yılda vize başvuruları reddedilen ve oturma izinleri iptal edilen 250 Protestan, Türkiye’den ayrılmak durumunda kaldı.

Yabancı din görevlilerinin vizeleri engelleniyor, sınır dışı etme artıyor: Türkiye’deki Protestanlar her an gönderilme endişesi yaşıyor

MİT raporları doğrultusunda ‘milli güvenlik’ gerekçe gösterildi

Avustralya vatandaşı Benjamin C. M. ve Nathan J. B., Almanya vatandaşı Helmut F. ve Michael R. F. ile ABD vatandaşları Benjamin T.W, Jeremy L.L., Amanda Jolyn Krause., Matthew V.B. ile M.R.F olarak bir süredir Türkiye’de oturma ediyordu.

Türkiye’deki Protestan kiliselerinin çatı oluşumu Protestan Kiliseleri Derneği’nin 2019 yılında yasal olarak Antalya’da düzenlendiği 120 kişilik Aile Konferansı’na katıldılar. Ancak bu konferanstan bir süre sonra haklarında Göç İdaresi Başkanlığınca ülkeye girişlerinin ön izin şartına bağlanması anlamına gelen N-82 tahdit kodu uygulandı. Bu duruma, Millî İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) raporları doğrultusunda, “misyonerlik faaliyetleri” nedeniyle kamu düzeni ve milli güvenlik gerekçe gösterildi. Bir kısmının kod nedeniyle oturma izinleri iptal edildi, bir kısmı sınır dışı edildi, tatil için yurt dışına çıkanların da vize başvuruları reddedilerek Türkiye’ye girişi engellendi.

“Protestan Hristiyan birçok yabancı, benzer müdahalelere maruz kalıyor”

Bunun üzerine ayrı ayrı iptal davaları açıldı. Başvurucuların hepsi, Protestan Hristiyanlık inancına sahip oldukları için zaman zaman bazı dinî toplantılara ve kilise faaliyetlerine katıldıklarını, herhangi bir misyonerlik faaliyetinde bulunmadıklarını, ayrıca Türkiye’de oturma ettikleri süre içinde hiçbir suça karışmadıklarını ifade etti. Başvurucular, Protestan Hristiyan birçok yabancının somut bir gerekçe olmaksızın benzer müdahalelere maruz kaldığını ileri sürdü.

Ancak mahkemeler benzeri şekilde, MİT Başkanlığının yazıları uyarınca ilgili isimlerin “kamu düzeni ve güvenliği yönünden sakıncalı olduklarının belirlendiğini ve bazılarının millî güvenlik aleyhine faaliyette bulunduğunu” belirterek, oturma izinlerinin iptal edilmesini hukuka uygun buldu. Davalar istinafta da reddedildi.

AYM Genel Kurulu: Karmaşık, zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular

AYM Genel Kurulu, başvuruyu beş yıl sonra karar bağladı. Başvurucuların “kamu otoritelerinin geniş takdir yetkisi çerçevesinde Türkiye’de kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye soktuklarının” değerlendirildiğini ifade eden AYM, oturma izninin iptal edilmesi ve sınır dışı kararıyla “din özgürlüklerinin dışsal alanına bir müdahale olmadığı” sonucuna vardı.

Türkiye’de yaşadıkları dönemde dinî inançları nedeniyle engellemeyle ya da ayrımcı bir muameleyle karşılaştıklarına dair başvurucuların şikâyeti bulunmadığını da belirten AYM, “N-82” kodu uygulanan iki başvurucunun da kendi istediğiyle ülkeden çıktığına, diğer iki başvurucunun da karar tarihinde hala Türkiye’de bulunduğuna dikkat çekerek, “Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir” değerlendirmesinde bulundu.

“Kamu güvenliği yönünden tehlikeli olabilecekleri değerlendirmesi makul seviyede ilintili”

2020 tarihli ve Tahdit Kodlarına İlişkin Genelge’de; Göç İdaresi Başkanlığı tarafından uygulanan N-82 kodunun bir giriş yasağı kararı olmadığı ve İçişleri Bakanlığının izin ve bilgisi dâhilinde Türkiye’ye girişe izin verilebileceğini hatırlatan AYM, bu kodun istihbarat birimlerinin raporları da dikkate alınarak Göç İdaresi’nin söz konusu uygulamayı yönetebilmesi için iç işleyişinde kullandığı bir araç olduğunu belirtti.

Ancak pratikte başvurucuların ülkeye geri girememelerine neden olduğunu da ifade eden AYM, idare ve yargı pratiğindeki belirsizlik nedeniyle N-82 kodu uygulamasına karşı dava yolunun tüketildiğine dikkat çekerken, “Somut olayda başvuru konusu müdahalelerin gerekçesi olarak gösterilen, kamu düzeni ve güvenliği yönünden tehlikeli olabileceklerine ilişkin değerlendirmenin 6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen sınır dışı sebepleriyle makul seviyede ilintili olduğu anlaşılmıştır” dedi.

İptal davası sürecinde mahkemelerde başvurucuların iddialarının esası hakkında geniş değerlendirme yapıldığını belirten AYM, “Dolayısıyla başvuruculara, yabancıların sınır dışı edilmelerinde sahip olmaları gereken usul güvencelerinin sağlandığı değerlendirilmiştir” dedi. AYM, bu nedenle başvurucuların yerleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edilmediğine karar verdi.

Oyçokluğuyla alınan her iki karara da dönemin Başkanı Zühtü Arslan ile üyeler Hasan Tahsin Gökcan, Engin Yıldırım, Emin Kuz, Yusuf Şevki Hakyemez ve Kenan Yaşar karşı oy kullandı.

Zühtü Arslan’ın karşı oyu: “Misyonerlik” kategorik olarak güvenliğe tehdit kabul edilemez

Eski AYM Başkanı Zühtü Arslan karşı oy gerekçesinde, Protestan başvuruculara yöneltilen “misyonerlik” faaliyetinin “soyut düzeyde ve kategorik olarak kamu düzeni veya güvenliğine yönelik bir tehdit” olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtti. İdare ve mahkemelerin başvurucuların neden ve nasıl bir tehlike arz ettiğine dair hiçbir aşamada somut bir açıklama yapmadığına da dikkat çeken Arslan, “Dinlerin doğuşuyla başlayan ve belli bir dine mensup olanların başkalarına da bu dini ya da inancı yayma çabaları olarak kabul edilen misyonerlik -barışçıl olmak, kamu düzenini, güvenliğini ve başkalarının haklarını ihlal etmemek kaydıyla- genelde ifade özgürlüğünün özelde de din özgürlüğünün güvencesi altındadır” dedi.

Engin Yıldırım: İstihbari bilgilerin tek başına hukuki olgunun ispatı için yeterli sayılmaları çok ciddi sakıncalar doğurabilir

AYM üyesi Engin Yıldırım ise 62 maddelik bir karşı oya imza attı. Değerlendirmesinde, Türkiye Protestan Kiliseleri Derneği tarafından hazırlanan 2019 yılı Hak İhlalleri İzleme Raporu’na da değinen Yıldırım, rapora göre “Aile Konferansı” adı altındaki toplantıların her yıl devletin bilgisi dâhilinde tekrarlandığına dikkat çekti. Değerlendirmede, yine rapora göre, kilise ilgili kararları ilgilendiren ve gizli olmayan bu toplantılara Türkiye’deki yerli ve yabancı kilise önderlerinin aileleri ile birlikte katıldıklarına ancak bu toplantıların Protestan yabancıları sınır dışı etme gerekçesi olarak kullanıldığı bilgisi de yer aldı.

Raporu ve başvuruları inceleyen Yıldırım, başvurucular hakkında hazırlanan istihbari raporlar ve bu raporların mahkemeler tarafından nasıl incelenmesi gerektiğine ilişkin de şu değerlendirmeleri yaptı:

“Kamu makamları soyut olarak başvurucularca gerçekleştirildiği iddia edilen misyonerlik faaliyetlerinin kamu düzeni veya güvenliği açısından neden olduğu tehlikeyi somut olarak ortaya koymamıştır. Başvuruculara uygulanan N-82 tahdit kodunun başvurucuların dini inançları kapsamındaki faaliyetlerinden kaynaklandığı açıktır. Diğer taraftan, istihbari bilgiler, nitelikleri gereği gizli olan, kimi zaman sübjektif değerlendirmelerin de karışabildiği kendine özgü yöntemlerle elde edilen bilgilerdir. Bu bilgilerin tek başına bir hukuki olgunun ispatı bakımından yeterli sayılmaları çok ciddi sakıncalar doğurabilir.”

“Tehlike oluşturduğunu soyut olarak belirtmek, keyfiliği önlemede yeterli değil”

“Millî güvenliğin korunması amacıyla yürütülen istihbarat faaliyetlerinde elde edilen bilgi ve belgelerin gizliliğinin korunmasının önemi tartışmasızdır. Bu nedenle bir yabancının özellikle terörist faaliyetlerle ilgili olarak ve millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması amacıyla sınır dışı edilmesinde veya ülkeye girişinin yasaklanmasında kamu makamlarından kişiyle ilgili ceza yargılaması yürütülmesi veya mahkûmiyet kararı bulunması yahut elde edilen gizli nitelikte tüm bilgi ve belgeleri yargı mercilerine sunmaları gibi yüksek bir ispat standardı yükümlülüğü beklenemez.

Diğer taraftan düşük ispat standardının yeterli görülmesi bu kararların soyut ve gerekçesiz alınmasının meşru olduğu anlamına gelmez. Her hâlükârda ilgili ve yetkili mercilerin kişinin millî güvenlik bakımından tehlike oluşturduğunu sadece soyut olarak belirtmeleri de hukuki denetimi gerçekleştirme ve keyfiliği önlemede yeterli değildir. Kamu makamlarının mutlaka somut olayın koşulları içinde kişinin millî güvenliği, kamu düzenini tehlikeye atacak nitelikteki faaliyetlerde bulunduğuna dair yeterli ve ciddi bilgileri yargı mercilerine sunması gerekir.”

Demokratik bir hukuk devletinde, tamamen güvenlikçi anlayışla sınır dışı kararı vermenin ağır sonuçlara yol açabileceğine ve başvuruculara ilişkin tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığına da dikkat çeken Yıldırım, “Anayasa’da güvencen altına alınan din ve vicdan hürriyetinin demokratik toplum düzeni gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı düşecek şekilde ihlal edildiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum” dedi.

Türkiye’deki Protestanlar dini yapılardan yoksun durumda

Protestan Kiliseleri Derneği’nin ‘2023 Hak İhlalleri İzleme Raporu’na göre, yabancı uyruklu din görevlilerinin “N-82 ve G-87” kodları verilerek Türkiye’ye girişini engelleme ve sınır dışı etme sayısında önceki yıla göre ciddi artış yaşandı. Bu kişilere aileleri de eklenince, 2019 yılından bu yana “güvenlik” gerekçesiyle vize başvuruları reddedilen ve oturma izinleri iptal edilen 250 Protestan, Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Hâlâ Türkiye’de olanlar ise her an gönderilme endişesi yaşıyor.

Türkiye Protestan toplumu büyük çoğunlukla yeni Hristiyanlardan oluştuğu için Türkiye’de bulunan Geleneksel Hristiyanların sahip olduğu kültürel ve dini mirasın bir parçası olan dini yapılardan yoksun durumda. Büyük çoğunluğu İstanbul, Ankara ve İzmir’de olmak üzere yaklaşık 205 kilise/topluluktan oluşan Protestan toplumunun yalnızca 12’si geleneksel tarihi kilise binalarında ibadet edebiliyor. Geriye kalan ezici çoğunluk ise ancak kiraladıkları halka açık mekanlarda ya da kendilerine ait mekanlarda ibadet edebiliyor. Topluluğun bazıları ise ibadet için kendi evlerinde bir araya gelebiliyor.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir